2 Mart 2012

İş, güç, vs

Çoğu insan (ki buna ben de dahilim) buraya gelişimin asıl amacının tezimle ilgili çalışmak olduğuna pek inanmıyor. Genel kanı benim buraya gezip tozmaya geldiğim yönünde. Gezme tozma aktiviteleri doğal olarak bu (akademik) ziyaretin önemli bir kısmını oluştursa da (17500 km yolu sadece bir ofise kapanıp çalışmaya gelmedim) bu aralar çalışma kısmının ağır bastığını söyleyebilirim. Aslında ziyaretim akademik açıdan beklediğimden çok daha verimli geçiyor. Buraya gelmeden önceki beklentim ilk iki üç ayın mekan değişikliği, yeni bir kişiyle çalışmaya başlama, görece farklı bir konuda çalışma gibi sebeplerden pek verimli geçmeyeceği yönündeydi. Ancak beklentimin aksine geçen ilk iki ay oldukça verimli geçti. Hatta önümüzdeki hafta bir çalıştaya (evet workshop, Türkçesine alışmaya çalışıyorum) bildiri (aha bu da paper) gönderecek duruma bile geldik ki sırada bekleyen başka işler de var.

Bu durum üzerine, İstanbul'da niye benzer bir verimlilikte çalışamadığımı düşünmeye başladım. Aklıma gelen iki temel sebep var. Birincisi, buraya gelmemdeki genel motivasyonum. Sanırım buraya belirli bir sürede, belirli bir işi yapmak amacıyla geldiğim için bu altı aylık dönemi hayatımın geri kalanından biraz soyutlamışım gibi bir durum oluştu. Örneğin, İstanbul'da sürekli olarak altan alta kafamı meşgul eden ne olacak bu tezin hali, hadi tez bitti, sonrasında ne olacak, iş güç para meseleleri, vs gibi genel problemlerden bir şekilde uzklaştım. İstanbul'da da oturup bütün gün bunları düşünmüyordum tabi ama ister istemez bu tür şeyler kafamın bir yerini hep meşgul ediyordu. Buradaysa bu tür konular bir şekilde kafama çok takılmıyor. Sanki hepsini bir süreliğine ertelemişim gibisinden bir hissiyat içindeyim. Sanırım benzer bir süreci yeterlilik sınavı zamanında da yaşamıştım. Sonuç olarak, uzun vadeli problemlerden kurtulunca kafayı işe vermek de daha kolay oluyor.

İkinci sebepse ki bu daha önceden de düşündüğüm (ve tartıştığım), Boğaziçi'ndeki bizim bölümün sosyal ortamı gibi görünüyor. Kabul ediyorum, ortamımız iyi, muhabbet güzel, genel olarak herkes iş ilişkisi dışında da birbiriyle iyi arkadaş, vs. Bir nevi tadından yenmez yani! Ama bu ortam, en azından benim için (kabul edin gençler, hepimiz için) çalışma motivasyonunu negatif yönde etkiliyor. Bölümdeyken genelde olan şu. Kafayı gömmüş çalışıyorum. Uğraştığım bir sorunu o an çözemiyorum. Bu işi nasıl hallederim diye düşünürken, "hımm, dur lan bir kahve alayım!" diyorum. Sonrasında o kahve alma süreci insanlarla muhabet etmek suretiyle iki üç saate kadar uzuyor. Tekrar masama dönüp de çalışmaya başlayabilsem bile, neyle uğraşıyordum lan ben diye kafayı toparlayana kadar gün bitiyor. Ha diyelim ki çalışırken her şey iyi gidiyor, her karşıma çıkan problemi tıkır tıkır çözüyorum, konsantrasyon zirve yapmış, tam olayı kotaracağım (örneğin, P = NP mi? oldu canım :P), canı sıkılmış bir vatandaş (bakınız, kahve alan zat) yanıma yaklaşıp "naabıyon?" diyor. Bu sihirli kelimeyle birlikte nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde benim bütün çalışma motivasyonum uçup gidiyor ve ağzımdan şu sözler dökülüveriyor "iyidir, gel bir kahve alalım!". Sonrası malum zaten... Buradaysa durum neredeyse tam tersi. Hem lisansüstü (grad) öğrenci sayısı bizim bölüme göre oldukça az, hem de insalar özellikle gelmelerini gerektiren bir durum yoksa bölüme uğramıyorlar. Durum böyle olunca da "dur bir kahve alayım!" dediğimde gerçekten de gidip sadece bir kahve alıyor ve masama dönüyorum. Yapacak başka bir şey olmayınca da bari çalışayım diyorum... Hangisini tercih ederim diye düşündüğümdeyse cevap ikisi de değil gibi gözüküyor.  İkisinin arasında bir şey bulmak lazım, ama açıkcası bu nasıl olur diye de herhangi bir fikrim yok...