Yolculuk detaylarına geçersek, sabah 10'da Dunedin'den otobüsle Queenstown'a doğru yola çıktım. Aslında tam otobüs de denemez, münübüsten hallice bir taşıt diyelim. Zaten yolda bütün kasabalarda durduk, şoför de yolcuların çoğuyla kanka olmuş, herhalde devamlı kullanıyorlar! Dunedin'den Queenstown yaklaşık dört saat sürüyor. Bu bölgeye Central Otago deniyor, Orta Anadolu'ya ithafen Orta Otago diyebiliriz. Öte yandan benzerlik sadece isimle de kalmıyor. Bu bölge hem coğrafi olarak, hem de kasabalardaki hava açısından Orta Anadolu'ya cidden çok benziyor. Bir ara kendimi Orta Anadolu'da bir yerden bir yere giden yerel dandik otobüs firmalarından birinde (örneğin "Öz Otago Seyahat") yolculuk ediyormuşum gibi hissettim diyebilirim.
Queenstown'a varınca önce kalacağım otele gidip eşyaları bırakmaya ve sonra da etrafı gezmeye karar verdim. Burası turistik bir yer olduğu için her yer otel. Buna rağmen dandik otellerin fiyatları bile oldukça yüksek. Oda fiyatlarındaki önemli bir etken odanin göl manzarası olup olmaması. Manzaralı odalar manzarasızlara göre neredeyse bir buçuk kat daha pahalı. Ben odada pek zaman geçirmeyi düşünmediğim için gitmeden önce bulabildiğim en ucuz giriş katı manzarasız odaya rezervasyon yaptırmıştım. Otele gidince resepsiyondaki görevli benim odamda bir sorun olduğunu ve bana üçüncü katta başka bir oda verdiklerini söyledi ve bunun bir sorun yaratıp yaratmayacağını sordu. Ben zaten en ucuz odaya rezervasyon yaptırdığım için yeni odanın daha kötü olma şansı olmadığını düşünerek sorun yok dedim. Anahtarımı alıp odama doğru yönelirken kafamda bir şimşek çaktı. Üçüncü kat mı? Rezervasyon yaparken üçüncü katta hiç manzarasız oda görmemiştim! Ahha! Bedavadan manzaralı odanın gazıyla adımlarımı sıklaştırıp odaya vardım. Odaya girdiğimdeyse kısa süreli bir algı buhranı yaşadım. Bu buhranın sebebi bana otel odası değil de iki oda bir salon dublex daire vermiş olmalarıydı. Emlakçı ağzıyla, 2+1, 120 metrekare ultra lüks göl manzaralı keyifli dublex daire. Burada itiraf ediyorum, görgüsüzlüğü abartıp odada kaldığım iki gecede de farklı odalarda yattım :)
![]() |
Odadan manzara |
![]() |
Odadan manzara |
Otel işini hallettikten sonra dolaşmak için dışarı çıktım. Queenstown'ın merkezi oldukça küçük. Genelde restoran, bar ve lüks markaların mağazalarının olduğu küçük bir çarşısı var. Bunun haricinde tüm göl kenarı park olarak düzenlenmiş. Bir de büyükçe bir botanik bahçesi var. Zaten Yeni Zelanda'da her şehrin orta yerinde mutlaka bir botanik bahçesi var. Yol yorgunluğu ve havanın da kararmasıyla bir şeyler atıştırıp otele geri döndüm.
İkinci günün tamamını Fiordland Milli Parkı turuna ayırmıştım. Fiordland Milli Parkı, Güney Adası'nın güneybatı ucunda bulunuyor. Bu bölgede buzul çağında oluşmuş bir çok fiyord ve göller var. Parkın içinde tek bir asfalt yor var. Zaten katıldığım tur da bu yolu takip edip ilginç noktalarda durup fotoğraf çekmekten ibaretti. Öte yandan sırf yolda etrafı seyretmek bile görsel açıdan çok zevkliydi. Doğa gerçekten çok güzel. Bu pek anlatılacak bir şey değil tabi, görmek lazım :) Turun sonunda da burdaki fiyordların en meşhurlarından biri olan Milford Sound'da bir tekne gezisi yaptık. Bu fiyordun iki tarafı da 1000 metreye kadar yükselen dik kayalıklarla çevrili. Oldukça etkileyici bir yer, insanın görsel algısı oldukça karışıyor, her şey çok büyük. Sabit bir kütle gibi görünen buzulların bu kadar ilginç yer şekilleri oluşturabilmesi de oldukça etkileyici bir durum. Buradaki başka ilginç bir ayrıntı da fiyordların isimlendirilmesiyle ilgili. Bu fiyordları ilk keşfedenler buraları fiyord değil de "sound" olarak isimlendirmişler. "Sound" için Türkçe'deki coğrafi terim nedir bilmiyorum, biri beni aydınlatırsa sevinirim! Basit olarak fiyord ve sound arasındaki ayrım şu. Fiyorlar buzulların oluşturdukları vadilere deniz suyu dolmasıyla oluşurken, soundlar akarsuların oluşturdukları vadilere deniz suyu dolmasıyla oluşuyor. Bu bölge ilk keşfedildiğinde böyle bir ayrım yokmuş ve bu fiyordlar sound olarak isimlendirilmişler. Sonra da herkes bu şekilde alıştığı için değiştirmemişler.
Queenstown bir tepenin eteğine kurulu. Bu tepenin zirvesinde bir mesire yeri (bayılıyorum bu lafa) var ve buraya bir teleferik kullanarak ulaşılıyor. Son gün dönüş otobüsünden önce olan zamanımın bir kısmını burada geçirmeye karar verdim. Manzarası çok güzel. Bütün Queenstown ve Wakatipu Gölü'nü çevreleyen dağlar buradan görülebiliyor. Bunun haricinde burayı çevredeki yürüyüş ve dağ bisikleti parkurlarının başlangıç noktası olarak da düzenlemişler. Yamaç paraşütü yapmak da mümkün. İlk önce manzaraya bakıp tekrar aşağı inerim diye düşünüyordum, ama burası çok hoşuma gitti ve yemek işini de burada halledip üç saat kadar burada oyalandım. Daha sonra Öz Otago Seyahat'in Dunedin seferiyle eve dönerek bu yolculuğu da tamamladım.
Not: Diğer fotoğraflar için bağlantıyı dürtün!
Not: Diğer fotoğraflar için bağlantıyı dürtün!